İstikbâlden korkulur, pek korkulur!...
Gün geçtikçe
sekülerleşiyor, dünyevileşiyor ve aslımızı kaybediyoruz.
İnsanların artık düşünecek vakitleri yok. Öyle yada böyle yaşama ama sadece yaşama derdindeler.İnternet teknolojisi, maddenin kölesi olmuş batı'nın ürettiği kültürün tüm dünyada tüketilmesine sebep oldu. Temel esasımız ''ahlak ve maneviyatı'' yerle yeksan etmeye başladı.
Hikmetini kaybetmiş sözler, ruhunu yitirmiş haller, edep ve hayasını yitirmiş insancıklar…
Yazmak zor geliyor .
Ümidime kamçı vurmaya çalışan şeyler bunlar ama dayanamıyorum, içim kanıyor, arkadan gelen kuşağın yüzüne bakamıyorum.
Demem o ki,
kaybediyoruz...
Eski günlerdeydi!...
Annelerin sabahları
çocuklarını öperek, yanaklarını okşayarak kaldırması ve sırtını giydirmesiyle başlayan
günler, eski günlerdi…
Bazı sabahlar bir
duman olurdu sokakta, annelerin günün ağarmasıyla ekmek yapmaya başladığı
günlerde, eski günlerde…
En fazla üç günde
bir buluştuğumuz akrabalar, her gün birlikte olduğumuz komşular, arkadaşlar var
idi, eski günlerdi…
Yazları hatta ve
hatta kış akşamları Ali Haydar Cüzü okumaya gittiğimiz ‘’okuma’’ larımız
vardı, önüne diz kırdığımız, edep ve haya öğrendiğimiz muhlas hocalarımız
vardı, eski günlerdi…
Akşam ezanı okunmadan evde olmamız gereken, akşam sofrada hep beraber olmamız gereken
günlerdi, eski günlerdi…
Turşu, salça,
bulgur, yufka ve ekmeğin evde yapıldığı günlerdi, eski günlerdi…
Bizde pişen komşuya
düşerdi, komşuda pişen bize de düşerdi. Annemin ‘’şu yemekleri Fatma ablana
götür’’ dediği, dönerken de sıcak yemeklerle döndüğüm günlerdi, eski günlerdi…
Araba sesleriyle,
korna sesleriyle değil horozun ötmesiyle uyandığımız günlerdi, eski günlerdi…
Odunların yakıldığı
sobalar vardı. Üzerinde yemeklerin piştiği, yemekten sonra kestanelerin
piştiği, akşamı muhabbet dolu kış geceleri vardı, eski günlerdi…
Evvel zamanda
duygularımızı nakış nakış işlerdik kağıda, sıraya. Ciltlediğimiz, sene boyu
kenar süsü yaptığımız defterlerimiz vardı, rengarekti ve
eski günlerdeydi…
Uzaklara, üzerine
titreyerek yazdığımız, içine gül koksun diye muhabbetle kurutulmuş gül
yaprakları koyduğumuz, mektuplar hazırlardık. Mektuplaştığımız yarenlerimiz vardı, eski günlerdi…
İçine pekmez katarak
yediğimiz yoğurt, içine ekmek kattığımız çay, kahvaltıda rafadan yaptırdığımız
köy yumurtaları vardı, eski günlerdi…
İtinayla yaptığımız
tahtadan arabalarımız vardı. Aküsü yoktu ama yokuş aşağı kimse tutamazdı, eski
günlerdi…
Yeni ayakkabılarımız
vardı, gece yatarken yastığımızın yanına koyduğumuz. Süslediğimiz
bisikletlerimiz vardı, heyecanla sürdüğümüz, eski günlerdi…
Sokakta yemek
yemezdik. ‘’Alan var alamayan var’’ derdi annemiz. Belki yokluk vardı, azlık
vardı ama helal vardı, rıza vardı, tevekkül vardı, gülümseme vardı, büyüğe
saygı, küçüğe sevgi vardı, eski günlerdi…
Tüm bunlar ve
yazamadığım birçok hal ve hareketlerimiz, bizi biz yapan eski(!) şeylerdi…
Biz güzel ahlakı
camide hocamızdan, terbiyecimiz anne ve babamızdan, sofrada birlikte
oturduğumuz, sık sık birlikte olduğumuz akrabalarımızdan, büyüklerimizden
öğrendik.
Gelen kuşak
bunlardan uzak kaldı. Avrupalılaşma yolunda eteklerini yaktı. Doğallıktan uzak
bir yapaylığın esiri oldular. Önce çevresinden uzaklaştılar, sonra sanal âlemde
dostluk kurmaya kalkıştılar. Olmadı, olmayacakta…
Bir dostun
muhabbetle gülmesini hiçbir zaman ‘’ : )’’ bu işarette bulamayacaklar. Çünkü
işaretler sadece göze hitap etmeye devam edecek, yürekler ise hep gıdasız,
muhabbetsiz kalacak.
Yeniden ''biz'' olmaya,sevgi ve muhabbet dolu bir hayata, aşkla verilen eğitime ve beraberliğe, kardeşliğe mecburuz...
Selametle
Hakan İNCE
cok dogru allah razi olsun
YanıtlaSilAmin ecmain eymen hocam
YanıtlaSilBu makalenizde ortak mazimizi anımsatan ve gönlümü sıcacık safi duygularla dolduran bir yazı okuyorum. Toplumumuzda o kadar sıkıntılı dönemler geçirmiş olmamıza rağmen insanlık namına kaliteli ve ruha hitap eden, akrabalık ve komşuluk bağları sımsıkı dönemleri gönlümüze nakış gibi işleyerek yaşadık. Anne ve baba kıymeti ailenin eşsizliği ve sıcaklığını belkide hücrelerimize kadar hissederek öğrendik...
YanıtlaSilAncak... gelişen bilimsel keşifler hayatımızı kolaylaştırırken bizlerin özü olan sosyal bağlarımızdan kopartan ve bizleri PLASTİK İNSAN haline getiren bir durumu var. Anne babaya eski bakış, komşuluğa ve arkadaşlığa,dostluğa eski bakışımız kalmadı. Yeni nesiller bunu talim edebilecekleri örneklerden de yoksun...
YanıtlaSilyazar kardeşimin tespitleri çok yerinde... özellikle gülücük işaretinin gerçek hayattaki tebessümün yerini alması mümkün değil. Tıpkı diğer sanallaştırılmış insan davranışları gibi. Yüz yüze, yan yana, göz göze insanlar bir arada bulunmadığı sürece hisler ve duygular PLASTİKLEŞİR. Bir takım sanal-sosyal ağlar insanlara değişik beyinsel olarak duygular hissettirebilir. Bu red edilemez. Hayatı bir arada paylaşmayan bir birini görmeyen, duymayan, hissetmeyen bu insanların kalp ve ruhi kuvvetleri zayıflar...
YanıtlaSilToplumumuz ve insanlık yanılgıda birbirimizden uzaklaşıp tek bir bireye ve bencilliğe indiriliyoruz. Davranışlar insanlar üzerinde iki alanda etki yapar. Beyinde ve gönülde. Sanal-sosyal ortamlarda ve bireyselci toplumdan uzak anti-sosyal haller üzere olan insanlarda davranışlar sadece beyinsel bir takım hormonal tatminlerle yetinir. Ama etkileşimde olan bir arada birbirini hisseden insanlarda hem beyinsel bir takım hormonlar hem de kalbi ve ruhi hissiyatlar bir arada dır. İşte insan bu ikisinin birleşimi değil mi ? PLASTİK olmamak için mücadele etmeliyiz... Yazarımızın yazısında ki sıcaklığı o dönemleri geçirmiş ve şu an o dönemlerin benzerini göremeyenler daha iyi anlayacaktır. Bunun anlamı şudur. Malesef bir dönüşüm nesliyiz. PLASTİK olmamak oldurmamak için mücadele etmeliyiz...
YanıtlaSilBu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.
YanıtlaSil