Blogger tarafından desteklenmektedir.

26 Nisan 2014 Cumartesi

İstikbâlden korkulur, pek korkulur!...

7 yorum :

 İstikbâlden korkulur, pek korkulur!...
  
   Gün geçtikçe sekülerleşiyor, dünyevileşiyor ve aslımızı kaybediyoruz.

   İnsanların artık düşünecek vakitleri yok. Öyle yada böyle yaşama ama sadece yaşama derdindeler.İnternet teknolojisi, maddenin kölesi olmuş batı'nın ürettiği kültürün tüm dünyada tüketilmesine sebep oldu. Temel esasımız ''ahlak ve maneviyatı'' yerle yeksan etmeye başladı.

   Hikmetini kaybetmiş sözler, ruhunu yitirmiş haller, edep ve hayasını yitirmiş insancıklar…
  
   Yazmak zor geliyor . Ümidime kamçı vurmaya çalışan şeyler bunlar ama dayanamıyorum, içim kanıyor, arkadan gelen kuşağın yüzüne bakamıyorum.
  
   Demem o ki, kaybediyoruz...

   Eski günlerdeydi!...
   
    Annelerin sabahları çocuklarını öperek, yanaklarını okşayarak kaldırması ve sırtını giydirmesiyle başlayan günler, eski günlerdi…
   
    Babaların getirdiği sıcacık ekmekler, Annelerin her sabah itinayla hazırladığı sıcacık yemekler, yere serilen sofralar, birlikte yenilen yemekler vardı, eski günlerdi…
   
    Hani erkenden ama gülerek; okula, arkadaşlara koştuğumuz günler var idi, eski günlerdi…
   
  ‘’Öğretmenim canım benim…’’ şarkıları söylediğimiz, al satarım bal satarım, yedi kule, saklambaç, yakalambaç gibi oyunlar oynadığımız günler, eski günlerdi…
  
    Bazı sabahlar bir duman olurdu sokakta, annelerin günün ağarmasıyla ekmek yapmaya başladığı günlerde, eski günlerde…
   
    En fazla üç günde bir buluştuğumuz akrabalar, her gün birlikte olduğumuz komşular, arkadaşlar var idi, eski günlerdi…
   
   Yazları hatta ve hatta kış akşamları Ali Haydar Cüzü okumaya gittiğimiz ‘’okuma’’ larımız vardı, önüne diz kırdığımız, edep ve haya öğrendiğimiz muhlas hocalarımız vardı, eski günlerdi…
   
   Akşam ezanı okunmadan evde olmamız gereken, akşam sofrada hep beraber olmamız gereken günlerdi, eski günlerdi…
  
   Turşu, salça, bulgur, yufka ve ekmeğin evde yapıldığı günlerdi, eski günlerdi…

   Bizde pişen komşuya düşerdi, komşuda pişen bize de düşerdi. Annemin ‘’şu yemekleri Fatma ablana götür’’ dediği, dönerken de sıcak yemeklerle döndüğüm günlerdi, eski günlerdi…
  
   Araba sesleriyle, korna sesleriyle değil horozun ötmesiyle uyandığımız günlerdi, eski günlerdi…

   Odunların yakıldığı sobalar vardı. Üzerinde yemeklerin piştiği, yemekten sonra kestanelerin piştiği, akşamı muhabbet dolu kış geceleri vardı, eski günlerdi…

   Evvel zamanda duygularımızı nakış nakış işlerdik kağıda, sıraya. Ciltlediğimiz, sene boyu kenar süsü yaptığımız defterlerimiz vardı, rengarekti  ve  eski günlerdeydi…

   Uzaklara, üzerine titreyerek yazdığımız, içine gül koksun diye muhabbetle kurutulmuş gül yaprakları koyduğumuz, mektuplar hazırlardık. Mektuplaştığımız  yarenlerimiz vardı, eski günlerdi…
  
   İçine pekmez katarak yediğimiz yoğurt, içine ekmek kattığımız çay, kahvaltıda rafadan yaptırdığımız köy yumurtaları vardı, eski günlerdi…
   
   İtinayla yaptığımız tahtadan arabalarımız vardı. Aküsü yoktu ama yokuş aşağı kimse tutamazdı, eski günlerdi…
  
   Yeni ayakkabılarımız vardı, gece yatarken yastığımızın yanına koyduğumuz. Süslediğimiz bisikletlerimiz vardı, heyecanla sürdüğümüz, eski günlerdi…
  
   Sokakta yemek yemezdik. ‘’Alan var alamayan var’’ derdi annemiz. Belki yokluk vardı, azlık vardı ama helal vardı, rıza vardı, tevekkül vardı, gülümseme vardı, büyüğe saygı, küçüğe sevgi vardı, eski günlerdi…
  
   Tüm bunlar ve yazamadığım birçok hal ve hareketlerimiz, bizi biz yapan eski(!) şeylerdi…

   Biz güzel ahlakı camide hocamızdan, terbiyecimiz anne ve babamızdan, sofrada birlikte oturduğumuz, sık sık birlikte olduğumuz akrabalarımızdan, büyüklerimizden öğrendik.
   
   Gelen kuşak bunlardan uzak kaldı. Avrupalılaşma yolunda eteklerini yaktı. Doğallıktan uzak bir yapaylığın esiri oldular. Önce çevresinden uzaklaştılar, sonra sanal âlemde dostluk kurmaya kalkıştılar. Olmadı, olmayacakta…

   Bir dostun muhabbetle gülmesini hiçbir zaman ‘’ : )’’ bu işarette bulamayacaklar. Çünkü işaretler sadece göze hitap etmeye devam edecek, yürekler ise hep gıdasız, muhabbetsiz kalacak.

   Yeniden ''biz'' olmaya,sevgi ve muhabbet dolu bir hayata, aşkla verilen eğitime ve beraberliğe, kardeşliğe mecburuz...

Selametle
                                                                                                                                   
                                                                                                                                    Hakan İNCE 

 


7 yorum :

  1. cok dogru allah razi olsun

    YanıtlaSil
  2. Bu makalenizde ortak mazimizi anımsatan ve gönlümü sıcacık safi duygularla dolduran bir yazı okuyorum. Toplumumuzda o kadar sıkıntılı dönemler geçirmiş olmamıza rağmen insanlık namına kaliteli ve ruha hitap eden, akrabalık ve komşuluk bağları sımsıkı dönemleri gönlümüze nakış gibi işleyerek yaşadık. Anne ve baba kıymeti ailenin eşsizliği ve sıcaklığını belkide hücrelerimize kadar hissederek öğrendik...

    YanıtlaSil
  3. Ancak... gelişen bilimsel keşifler hayatımızı kolaylaştırırken bizlerin özü olan sosyal bağlarımızdan kopartan ve bizleri PLASTİK İNSAN haline getiren bir durumu var. Anne babaya eski bakış, komşuluğa ve arkadaşlığa,dostluğa eski bakışımız kalmadı. Yeni nesiller bunu talim edebilecekleri örneklerden de yoksun...

    YanıtlaSil
  4. yazar kardeşimin tespitleri çok yerinde... özellikle gülücük işaretinin gerçek hayattaki tebessümün yerini alması mümkün değil. Tıpkı diğer sanallaştırılmış insan davranışları gibi. Yüz yüze, yan yana, göz göze insanlar bir arada bulunmadığı sürece hisler ve duygular PLASTİKLEŞİR. Bir takım sanal-sosyal ağlar insanlara değişik beyinsel olarak duygular hissettirebilir. Bu red edilemez. Hayatı bir arada paylaşmayan bir birini görmeyen, duymayan, hissetmeyen bu insanların kalp ve ruhi kuvvetleri zayıflar...

    YanıtlaSil
  5. Toplumumuz ve insanlık yanılgıda birbirimizden uzaklaşıp tek bir bireye ve bencilliğe indiriliyoruz. Davranışlar insanlar üzerinde iki alanda etki yapar. Beyinde ve gönülde. Sanal-sosyal ortamlarda ve bireyselci toplumdan uzak anti-sosyal haller üzere olan insanlarda davranışlar sadece beyinsel bir takım hormonal tatminlerle yetinir. Ama etkileşimde olan bir arada birbirini hisseden insanlarda hem beyinsel bir takım hormonlar hem de kalbi ve ruhi hissiyatlar bir arada dır. İşte insan bu ikisinin birleşimi değil mi ? PLASTİK olmamak için mücadele etmeliyiz... Yazarımızın yazısında ki sıcaklığı o dönemleri geçirmiş ve şu an o dönemlerin benzerini göremeyenler daha iyi anlayacaktır. Bunun anlamı şudur. Malesef bir dönüşüm nesliyiz. PLASTİK olmamak oldurmamak için mücadele etmeliyiz...

    YanıtlaSil
  6. Bu yorum bir blog yöneticisi tarafından silindi.

    YanıtlaSil