Leyle-i Kadir ve Kadr-i Kur'ân
Rabbül Âleminin,
alemlerin hayrına(s.a.v) en büyük mucize olarak ikrâm ettiği murâd- ilâhîsi
Kur’ân-ı Kerimin inmeye başladığı gece, leyle-i kadir…
Yanlışlık ve
kötülüklerin, tüm zaman ve çağları derleyip toplayarak zirve yaptığı bir
‘’bunalım dönemi’’ olan cahiliye devrinde, Allah’ın (c.c) seçtiği ve koruduğu
habibi Hz.Muhammed (s.a.v) ile gönderdiği Kur’ân-ı Kerim; cehalet ve kerâhat
kabuğunu zorlamış bir tohum, meyvelerini ebede ısmarlamış bir ağaç ve insanlığa
kâmil bir hüviyet kazandırmış yegâne beyân-ı hakikattir.
Kur’ân-ı Kerim,
seçilmiş Peygamberin(s.a.v) ve ilk hitap kitlesinin diline ve anlayışına uygun
olarak, Arapça lafız üzere ‘’Kadir Gecesi’’nde indirilmeye başlanmıştır. Ve
kadir gecesi ,il insan Adem(a.s)’dan sonraki tüm ümmetler içinde yalnız bu
ümmete armağan edilmiş, bin aydan hayırlı kılınmıştır.
"Biz onu
Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesi nedir, bilir misin? Kadir gecesi bin aydan
hayırlıdır. Meleklerle Ruh o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner.
Tam bir esenliktir o gece, tâ tan yeri ağarıncaya kadar." (Kadir suresi 1-5)
Cenâb-ı Allah(c.c), doğruluk ve iyilik namına tüm kapıların
kapanmaya yüz tuttuğu bir zamanda, ‘’el-Emin’’ olan bir Resûl göndermiş ve
insanlığa olan rahmetini taçlandırmıştır.
Büyük bir ilâhi lütuf olarak da Kur’ân, insanların diline
kolaylaştırılmış ve özellikle ilk muhatap kitle tarafından akıllarda soru
işareti bırakmayacak şekilde anlaşılmıştır. Ve dahi bize kadar da aynı dikkat
ve rikkatle anlatılmıştır.
Artık insan ve
insanlığın Kur’ânla biliş ve diriliş zamanıdır. İlk icabet eden, evvelden beri
Hakk’a meyilli olan tahire kadın Hz.Hatice(r.a), peşinden İslâm’ın baş
sancaktarları Hz. Ali, Ebu Bekir, Osman, Zeyd B. Harise… Hz.Ömer(r.a) ile kırk
olan hakikat erleri, İlâhî murâdı sinelerinden sokaklara taşırmaya başlamış ve
insanlar fert fert bu kutlu cemiyete intikal etmiştir.
Ve Rabbimiz bu
oluk oluk Hakka ilticayı şöyle bildirir:
‘’Onlar; Rabbimiz!
İman ettik, artık bizi de Hakka şâhid olanlarla beraber yaz… derler.’’ (Mâide 82-83)
Peygamberimiz(s.a.v) ve ümmetinin eylem, fikir ve tebligatının menşeinde
Kur’ân vardır…
Kur’ân
öncekilerin yaşadıklarını, sonrakilerin yaşayacaklarını bildirerek ademoğluna
yepyeni ufuklar açmış, ihtivâ ettiği birçok sır ve hikmet ile yepyeni oluşlara
ve dirilişlere kapı açmıştır.
Umûmi manada
‘’olması gereken’’ leri, içinde hiçbir eksik ve hata bulundurmadan, insan ve
insanlığa nakış nakış işleyen Kur’ân, bu dehşetengiz haliyle mucizelerin en
büyüğüdür. Aslında Kur’ân’ın mucizeliğinin temeli, her asırda insanlığı
bataklıklardan kurtaracak hakikatleri sinesinde barındırmasıdır. Bir diğer
ifadeyle Kur’ân, belirli bir zamanın kitabı değil bilakis insan,akıl ve ilmin
mevzu bahis olduğu tüm zaman ve mekanların Hakk ve hakikat kitabı olmasıylada
ayrı bir mucizedir.
Efendimiz(s.a.v) Kur’ân’la
ümmetinin içsel bir oluşla kemâlâtını, zahiri manada ise terakkiyâtını
sağlamıştır.
‘’ Elif, Lâm, Râ.
(Bu öyle) bir Kitab(dır) ki, onu sana, insanları Rablerinin izniyle zulümâttan
(küfür karanlıklarından) nûra (îmâna), Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hamîd
(hamd edilmeye yegâne lâyık) olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik.’’ (İbrahim
1)
Her şey zıddıyla kâimdir derler. Zannımca
İslâm’ın bu derece idraki ve kavi müdafileri olmasının temel nedeni de her
türlü azgınlık ve fenalığın zirve bulduğu, Hakk ve bâtılın zerre karışmadan
kesin bir çizgiyle ayrıldığı bir toplumda, İslâm’ın bir güneş gibi meydan
yerine çıkmasıdır. Hakk ve bâtılın birbirine girdiği günümüzde de bizlere düşen
Kur’ân’a dört elle sarılarak, Hakkı tutup kaldırmak, rezaleti de rezil edip
insanlığı Hakk’ın onun nuruyla aydınlatmaktır.
Kur’ân’ın bir başka
mucizeliği de, edebiyatıyla nam salmış bir toplumda, bütün edebiyatçılar
toplansa dahi Kur’ân’ın ihtiva ettiği ince mana ve manadaki derinliği,
lafızdaki fasihlik ve belâgatı ortaya koymasına meydan bırakmamasıdır. Bir
olayla cümleye şerh getirmek gerekirse:
Arap
edebiyatındaki engin ilmiyle küfrün saflarında bulunan Velid Bin Muğire, bir gün Fahr-i
Kâinat(s.a.v)’e gelerek:
-Bana Kur’ân oku, dedi.
Allah Resûlu’de:
Şübhesiz ki
Allah, adâleti, iyiliği ve akrabâya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder;
fuhşiyâttan, kötülükten ve azgınlıktan da men' eder. İbret alasınız diye
size(Allah, böyle) nasîhat eder. (en-Nahl 90) ayetini okudu.
Velid:
-Bunu bana bir daha oku, dedi.
Peygamberimiz(s.a.v) âyeti bir daha okuyunca velid:
-‘’Vallahi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve
parlaklık var ki, tepesi bol yemişli, kökü sulak, yemyeşil bir ağaca benziyor.
Bunu beşer söyleyemez. Hiç kuşkusuz bu söz her şeye üstün gelir. Ona ise hiçbir
şey üstün gelemez, muhaliflerini mutlaka mağlup eder, demekten kendini alamaz.
Beyninden vurulmuşa
dönen velid kapıldığı cezbeyle Hz Ebu Bekir(r.a)’in evine gitti ve Kur’ân’ı
kerimden bir takım sorular sordu. Aldığı cevaplarla kureyşlilerin yanına dönen
zeyd:
-İbn-i Ebi
Kebşe’nin ( Hz.Muhammed (s.a.v)) söylediği şeyler doğrusu hayrete şayandır.
Vallahi o ne şiir, ne sihir ne de bir deli saçmasıdır. Onun söylediği hiç
kuşkusuz Allah kelamıdır dedi. Velid’in bu sözünü işiten bazı müşrikler onun
Müslüman olmasını engellemek için planlar kurdular ve Velid’i İslâm’dan
uzaklaştırdılar. (Hakim II, 550; Taberi, Tefsir XXIX, 195-196)
Velid ilâhî hidayetten nasipdâr olamadığı
için iman etmedi. Kur’ân onun kalbine olmasa da aklına Kur’ân hitap etmişti. Bu
dahi ona bu hakikatleri dillendirtmeye yetmiş lakin iman etmek nasip olmamıştı.
Hayatı İlâhî vahyi
almak ve ulaştırmanın ağırlığıyla geçen efendimiz(s.a.v) bilhassa Ramazan’a
ulaşınca Kur’ân’ı daha çok okur ve dinlerdi. Cebrail(a.s) ile bu mübarek ayda
her gece mukabele ederdi. Vefatından önceki ramazanda ise iki kere mukabele yapmış
ve Kur’ân’ı kerimi eksiksiz olarak ümmetine iletmiştir.
Kur’ân’ın kadr-ü
kıymetini dillendirmek elbette bizim acziyetimizin kaldıracağı şeyler değil
fakat bir nebze de olsa ne kadar büyük bir hakikatin kucağına düştüğümüzü, Kur’ân’ın
ayında siz değerli insalara iletmeye çalıştım.
Kadir Gecesine dâir…
Âişe (r.a)'dan rivayet edildiðine göre
Resûlullah(s.a.v) ramazan ayının son on gününde câmiye kapanır ibadete koyulur
ve şöyle buyururdu: "Kadir gecesini ramazanın son on günü içinde arayınız!"
(Buhârî, Leyletü'l-kadr 3, Müslim, Sıyâm 219,Tirmizî, Savm 72)
Ülkemizde ve dünyada
her ne kadar Ramazan’ın 27. Gecesi olarak tayin edilse de kadir gecesi, hadislerden
çıkarttığımız kadarıyla Ramazan’ın son on gününe İlâhî bir hikmet ve sırla saklanmıştır.
Galiba ‘’Her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil.’’ kelâmının da işaret
ettiği mana bu aziz gecenin kadri kıymetinin büyüklüğünün yanında, gününün
kesin bir gün olarak tayin edilememesidir.
Ramazan’da ibadeti arttırmak, son on günde ise
daha fazla yoğunlaşmak efendimiz(a.s.v)’ın kavî sünnetlerindendir.
Bu güzel günlerde
yapılabilecek birçok ibadetin yanında efendimiz(a.s.v)’ın özel olarak şu
dua’nın yapılmasını da tavsiye buyurmuştur.
Âişe (r.a)’dan rivayetle:
Ey Allah'ın Resulü!
Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim?
diye sordum.
- "Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin.
Beni bağışla! diye dua et" buyurdu.
(Tirmizî, Daavât 84,İbni Mâce, Dua 5)
Her gece
yapamıyorsak da en azından şu son on günde kadir gecesi şuuruyla ibadetlerimize
bir bolluk getirmeye çalışarak ihya edip, yarın Hakk divanında ilahi rahmete
doyanlardan olalım inşaAllah.
Ya Rabbi! Hâl ve hâlet-i ruhiyyemizi, Kur’ân’la ziynetlendir. Bizlere şeytanın diş geçirdiği bu amansız çağda, üstün ve münezzeh mananın, zaman ve mekan aşarak, ferdî ve içtimâi hayatamıza hâkim olduğu günleri nasip eyle.
Amin.
Fiemânillah.
Hakan İNCE
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder