Blogger tarafından desteklenmektedir.

17 Temmuz 2014 Perşembe

Leyle-i Kadir ve Kadr-i Kur'ân

Hiç yorum yok :
   Leyle-i Kadir ve Kadr-i Kur'ân

    Rabbül Âleminin, alemlerin hayrına(s.a.v) en büyük mucize olarak ikrâm ettiği murâd- ilâhîsi Kur’ân-ı Kerimin inmeye başladığı gece, leyle-i kadir…

    Yanlışlık ve kötülüklerin, tüm zaman ve çağları derleyip toplayarak zirve yaptığı bir ‘’bunalım dönemi’’ olan cahiliye devrinde, Allah’ın (c.c) seçtiği ve koruduğu habibi Hz.Muhammed (s.a.v) ile gönderdiği Kur’ân-ı Kerim; cehalet ve kerâhat kabuğunu zorlamış bir tohum, meyvelerini ebede ısmarlamış bir ağaç ve insanlığa kâmil bir hüviyet kazandırmış yegâne beyân-ı hakikattir.

    Kur’ân-ı Kerim, seçilmiş Peygamberin(s.a.v) ve ilk hitap kitlesinin diline ve anlayışına uygun olarak, Arapça lafız üzere ‘’Kadir Gecesi’’nde indirilmeye başlanmıştır. Ve kadir gecesi ,il insan Adem(a.s)’dan sonraki tüm ümmetler içinde yalnız bu ümmete armağan edilmiş, bin aydan hayırlı kılınmıştır.
   
   "Biz onu Kadir gecesi indirdik. Kadir gecesi nedir, bilir misin? Kadir gecesi bin aydan hayırlıdır. Meleklerle Ruh o gece Rablerinin izniyle her iş için iner de iner. Tam bir esenliktir o gece, tâ tan yeri ağarıncaya kadar." (Kadir suresi 1-5)

   Cenâb-ı Allah(c.c), doğruluk ve iyilik namına tüm kapıların kapanmaya yüz tuttuğu bir zamanda, ‘’el-Emin’’ olan bir Resûl göndermiş ve insanlığa olan rahmetini taçlandırmıştır. 
   
   Büyük bir ilâhi lütuf olarak da Kur’ân, insanların diline kolaylaştırılmış ve özellikle ilk muhatap kitle tarafından akıllarda soru işareti bırakmayacak şekilde anlaşılmıştır. Ve dahi bize kadar da aynı dikkat ve rikkatle anlatılmıştır.

   Artık insan ve insanlığın Kur’ânla biliş ve diriliş zamanıdır. İlk icabet eden, evvelden beri Hakk’a meyilli olan tahire kadın Hz.Hatice(r.a), peşinden İslâm’ın baş sancaktarları Hz. Ali, Ebu Bekir, Osman, Zeyd B. Harise… Hz.Ömer(r.a) ile kırk olan hakikat erleri, İlâhî murâdı sinelerinden sokaklara taşırmaya başlamış ve insanlar fert fert bu kutlu cemiyete intikal etmiştir.

     Ve Rabbimiz bu oluk oluk Hakka ilticayı şöyle bildirir:

    ‘’Onlar; Rabbimiz! İman ettik, artık bizi de Hakka şâhid olanlarla beraber yaz… derler.’’ (Mâide 82-83)   
   Peygamberimiz(s.a.v) ve ümmetinin eylem, fikir ve tebligatının menşeinde Kur’ân vardır…

     Kur’ân öncekilerin yaşadıklarını, sonrakilerin yaşayacaklarını bildirerek ademoğluna yepyeni ufuklar açmış, ihtivâ ettiği birçok sır ve hikmet ile yepyeni oluşlara ve dirilişlere  kapı açmıştır.

   Umûmi manada ‘’olması gereken’’ leri, içinde hiçbir eksik ve hata bulundurmadan, insan ve insanlığa nakış nakış işleyen Kur’ân, bu dehşetengiz haliyle mucizelerin en büyüğüdür. Aslında Kur’ân’ın mucizeliğinin temeli, her asırda insanlığı bataklıklardan kurtaracak hakikatleri sinesinde barındırmasıdır. Bir diğer ifadeyle Kur’ân, belirli bir zamanın kitabı değil bilakis insan,akıl ve ilmin mevzu bahis olduğu tüm zaman ve mekanların Hakk ve hakikat kitabı olmasıylada ayrı bir mucizedir.

   Efendimiz(s.a.v) Kur’ân’la ümmetinin içsel bir oluşla kemâlâtını, zahiri manada ise terakkiyâtını sağlamıştır.

    ‘’ Elif, Lâm, Râ. (Bu öyle) bir Kitab(dır) ki, onu sana, insanları Rablerinin izniyle zulümâttan (küfür karanlıklarından) nûra (îmâna), Azîz (kudreti dâimâ üstün gelen), Hamîd (hamd edilmeye yegâne lâyık) olan (Allah’)ın yoluna çıkarman için indirdik.’’ (İbrahim 1)

     Her şey zıddıyla kâimdir derler. Zannımca İslâm’ın bu derece idraki ve kavi müdafileri olmasının temel nedeni de her türlü azgınlık ve fenalığın zirve bulduğu, Hakk ve bâtılın zerre karışmadan kesin bir çizgiyle ayrıldığı bir toplumda, İslâm’ın bir güneş gibi meydan yerine çıkmasıdır. Hakk ve bâtılın birbirine girdiği günümüzde de bizlere düşen Kur’ân’a dört elle sarılarak, Hakkı tutup kaldırmak, rezaleti de rezil edip insanlığı Hakk’ın onun nuruyla aydınlatmaktır.

  Kur’ân’ın bir başka mucizeliği de, edebiyatıyla nam salmış bir toplumda, bütün edebiyatçılar toplansa dahi Kur’ân’ın ihtiva ettiği ince mana ve manadaki derinliği, lafızdaki fasihlik ve belâgatı ortaya koymasına meydan bırakmamasıdır. Bir olayla cümleye şerh getirmek gerekirse:

     Arap edebiyatındaki engin ilmiyle küfrün saflarında bulunan  Velid Bin Muğire, bir gün Fahr-i Kâinat(s.a.v)’e gelerek:

-Bana Kur’ân oku, dedi.

Allah Resûlu’de:

     Şübhesiz ki Allah, adâleti, iyiliği ve akrabâya (muhtaç oldukları şeyleri) vermeyi emreder; fuhşiyâttan, kötülükten ve azgınlıktan da men' eder. İbret alasınız diye size(Allah, böyle) nasîhat eder. (en-Nahl 90) ayetini okudu.

   Velid:

-Bunu bana bir daha oku, dedi.

Peygamberimiz(s.a.v) âyeti bir daha okuyunca velid:

-‘’Vallahi, bu sözde öyle tatlılık, öyle güzellik ve parlaklık var ki, tepesi bol yemişli, kökü sulak, yemyeşil bir ağaca benziyor. Bunu beşer söyleyemez. Hiç kuşkusuz bu söz her şeye üstün gelir. Ona ise hiçbir şey üstün gelemez, muhaliflerini mutlaka mağlup eder, demekten kendini alamaz.

    Beyninden vurulmuşa dönen velid kapıldığı cezbeyle Hz Ebu Bekir(r.a)’in evine gitti ve Kur’ân’ı kerimden bir takım sorular sordu. Aldığı cevaplarla kureyşlilerin yanına dönen zeyd:

   -İbn-i Ebi Kebşe’nin ( Hz.Muhammed (s.a.v)) söylediği şeyler doğrusu hayrete şayandır. Vallahi o ne şiir, ne sihir ne de bir deli saçmasıdır. Onun söylediği hiç kuşkusuz Allah kelamıdır dedi. Velid’in bu sözünü işiten bazı müşrikler onun Müslüman olmasını engellemek için planlar kurdular ve Velid’i İslâm’dan uzaklaştırdılar. (Hakim II, 550; Taberi, Tefsir XXIX, 195-196)

      Velid ilâhî hidayetten nasipdâr olamadığı için iman etmedi. Kur’ân onun kalbine olmasa da aklına Kur’ân hitap etmişti. Bu dahi ona bu hakikatleri dillendirtmeye yetmiş lakin iman etmek nasip olmamıştı.

    Hayatı İlâhî vahyi almak ve ulaştırmanın ağırlığıyla geçen efendimiz(s.a.v) bilhassa Ramazan’a ulaşınca Kur’ân’ı daha çok okur ve dinlerdi. Cebrail(a.s) ile bu mübarek ayda her gece mukabele ederdi. Vefatından önceki ramazanda ise iki kere mukabele yapmış ve Kur’ân’ı kerimi eksiksiz olarak ümmetine iletmiştir.

   Kur’ân’ın kadr-ü kıymetini dillendirmek elbette bizim acziyetimizin kaldıracağı şeyler değil fakat bir nebze de olsa ne kadar büyük bir hakikatin kucağına düştüğümüzü, Kur’ân’ın ayında siz değerli insalara iletmeye çalıştım.

   Kadir Gecesine dâir…

     Âişe (r.a)'dan rivayet edildiðine göre Resûlullah(s.a.v) ramazan ayının son on gününde câmiye kapanır ibadete koyulur ve şöyle buyururdu: "Kadir gecesini ramazanın son on günü içinde arayınız!" (Buhârî, Leyletü'l-kadr 3, Müslim, Sıyâm 219,Tirmizî, Savm 72)

 Ülkemizde ve dünyada her ne kadar Ramazan’ın 27. Gecesi olarak tayin edilse de kadir gecesi, hadislerden çıkarttığımız kadarıyla Ramazan’ın son on gününe İlâhî bir hikmet ve sırla saklanmıştır. Galiba ‘’Her gördüğünü Hızır, her geceyi kadir bil.’’ kelâmının da işaret ettiği mana bu aziz gecenin kadri kıymetinin büyüklüğünün yanında, gününün kesin bir gün olarak tayin edilememesidir.

  Ramazan’da ibadeti arttırmak, son on günde ise daha fazla yoğunlaşmak efendimiz(a.s.v)’ın kavî sünnetlerindendir.

   Bu güzel günlerde yapılabilecek birçok ibadetin yanında efendimiz(a.s.v)’ın özel olarak şu dua’nın yapılmasını da tavsiye buyurmuştur.

Âişe (r.a)’dan rivayetle:

  Ey Allah'ın Resulü! Kadir gecesinin hangi gece olduğunu bilecek olursam, o gece nasıl dua edeyim? diye sordum.

- "Allahım! Sen çok affedicisin, affetmeyi seversin. Beni bağışla! diye dua et" buyurdu.   (Tirmizî, Daavât 84,İbni Mâce, Dua 5)

  Her gece yapamıyorsak da en azından şu son on günde kadir gecesi şuuruyla ibadetlerimize bir bolluk getirmeye çalışarak ihya edip, yarın Hakk divanında ilahi rahmete doyanlardan olalım inşaAllah.

   Ya Rabbi! Hâl ve hâlet-i ruhiyyemizi, Kur’ân’la ziynetlendir. Bizlere şeytanın diş geçirdiği bu amansız çağda, üstün ve münezzeh mananın, zaman ve mekan aşarak, ferdî ve içtimâi hayatamıza hâkim olduğu günleri nasip eyle.  
 
Amin.
Fiemânillah.
                                                                                                                              Hakan İNCE
   
   

   

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder