Yaşadığımız
asrın uzun süren sefaleti, maddeye bağlanan ilmin felaket kuvvetinin tesirindendir.
Dünyanın her yerindeki bunalım ve hayattan tatminsizliğin illeti ‘’madde
âleminin şöhreti’’ için verilen mücadelelerdir. ‘’Bugün’’, amaçsal bir yok
oluşun tezahürüdür belki de.
Filhakika
insan/lık namına ne zaman ‘’gerçek aydınlık’’tan bahsedilmişse o dönem için
ilimlerin ‘’sonsuzluk aşkı’’ üzerine bina edildiği tarihin bugüne bir
geçişimidir. ‘’Sonsuzluk aşkı’’ ilim ile bilim arasındaki farkın hepsi’dir. İlimleri
bil(e)mediğimiz bir sonsuzlukla hürriyetine kavuşturmak ise Bâki olan
Allah’ın(c.c) salahiyetindedir. Zaten bilim’in gidebildiği en sonki çıkmaz
noktasında da (eğer ideolojik bencillik ve hırs yoksa) ‘’Allah’ın takdiri’’
deme mecburiyeti vardır. Yüce Rabbimizin bizden istediği de tam olarak budur
aslında: Eserden müessire, sebepten müsebbibe geçiş…
Bilim,
Cenâb-ı Hakk’ın kâinata koymuş olduğu kaideleri keşfetmek, yani olanı bulmak
yada bulma çabasıdır. O, deney ve gözlemlere dayanarak, evrenin hikmetlerini
genel geçerlilik yasalarına dökmek ister. Kendisine faydalı çıkarımları
amaçlar… Bunlar olması gereken, doğal yönelimlerdir. Fakat sorun, insanın
egemenlik arzusudur. Bunun için İslam’ın ‘’kendini bilen Rabbini bilir’’
düsturu bilim’in amacını olması gereken noktaya hatta hizaya getirmiştir.
Egemenliği kayıtsız şartsız Allah’a ait kılarak isyanın yolunu kapatmıştır. Bu
yönüyle Allah’ın rahmetini de celbetmiş ve bir ilahi rahmet olarak ona
‘’İlham’’ bağışlanmıştır. Bir misal olarak Müslüman b/ilim adamı Cabir B.
Hayyan (721-805) bu konuda örnek olarak yeter galiba. O, daha Abbasi
halifeliğinin ilk yüzyılında atom bombasına dair ilk işaretleri vermişti. Fakat
bununda üzerinde, yıllarca ilmin merkezleri Müslümanlarda olmasına rağmen atom
bombası gibi bir felakete hiçbir Müslüman cüret etmemişti. Allah korkusu
bilim’e de haddini bildirebilmişti. İşte Cabir B. Hayyan’ın o açıklaması:
"Maddenin en küçük parçası
olan el-cüz-ü la yetecezza (atom) da yoğun enerji vardır. Yunan bilginlerinin
iddia ettigi gibi, bunun parçalanamayacağı söylenemez. O da parçalanabilir.
Parçalanınca da öyle bir güç meydana gelir ki Bağdat'ın altını üstüne
getirebilir. Bu Allah-ü Teala'nın kudretinin bir nişanıdır."(1)
Apaçık değil mi? Bir de A.B.D’nin
1945’te Hiroşima’ya attığı bombayı düşünün! 140.000 ölü…
İlimde; kalbimizin payı en büyük hakkımızdır..!
Bilim,
ilmin tatbikatının maddesel kısmı olup gayesi değildir. İlmin gayesi hakikati
maddi ve dahi aslen manevi olarak tanıtmaktır. O, bu yoluyla insanın
yönsemesini ifrat ve tefritlerden koruyup, makbul olan denge seviyesine getirme
gayretindedir. Bu uzun ve meşakkatli ‘’denge’’ gayretine tekâmül denir. Kur’ân’ın
âyetleri de, kâinât’ın gerçekleri de Allah’ın kudret, azamet ve rahmetine bir
tefekkür vesilesidir. Bu tefekkür insanı imana sürükler. Eserden müessire,
sebepten müsebbibe geçişin adı iman
olur. İmanın asıl, tekamülün vusul olduğu bu yolun da amacı mârifetullahtır. Öz
haliyle, halis ilmin gayesi; Allâh’ı bilmek ve dünya/âhiret saâdeti için
lüzumlu olan bilgileri ona boyun eğerek devşirmektir.
Bu ara
başlık ile, imanın imtihanının bizim için en dehşetli hali olan ‘’gayba iman’’
sahasında sırların mekanı olan kalbe dair bir mesaj vermeye çalıştım: İlmin
manevi sahada muhtacı daha çoktur. Gayba iman müslümanın en büyük imtihanıdır.
Müslüman, gücünü imanından aldığına ve Allah’a iman gayba iman olduğuna göre
onun gelişiminin manevi boyutu görmezden gelinemez. Maneviyat; sevgi, fazilet,
bereket, hikmet… Güzel ahlak gibi maddeden uzak olan her şeyin menbağıdır bir
nevi. Zaten insanın bütün hâl ve hareketleri, iç âleminin
dışa yansıması değil midir? O halde iç’in güzel olması ilmin en baş vâroluş
sebebidir pek tabii. İşte ilimdeki en büyük hakkımızda bunun için kalbimizin
payıdır. Oysa biz ilimden bu hakkımızı istemez olduk. Onun maddesel
tatbikatları bizde amaç oldu. ‘’Madde âleminin şöhreti’’ için verdiğimiz
mücadelelerde bize sefaletler getirdi.
İlim,
akıl ve kalbin ‘’müşterek’’ olduğu bir zeminde insanlar için amaç olmalı. Aksi
halde insanın bir takım kurallar bütünüyle sadece aklına hitap edilirse, o,
ıslah olmamış hevâ ve hevesleriyle makam, mevki, iktidar ve menfaat
mücadelesine girişecektir. Bu yönüyle de maddeye bağlanan ilmin felaket
kuvvetinin tesiri bütün dünyayadır. Zira bu yolun galibi ve mağlubu süreklilik
arzetmez, hatta sürekli değişir. Dolayısıyla anarşi bölgesel değil evrensel bir
boyut kazanır. Fakat Müslümanların fert ve cemiyet olarak, bir ödev bilinciyle
tekamülcü bir hayat yaşaması, aklının ve kalbinin müşterek olarak eğitilmesi,
vicdanen istenilen bir hayatın inşasını mümkün kılacaktır. Dünyayı içinde
bulunduğu buhranlardan kurtaracaktır.
Vesselam.
Hakan İNCE
Kaynakça:
1-Daha
geniş bilgi için: Modern Kimyanın Kurucusu Cabir b. Hayyan, Prof. Dr. Esin
Kahya, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları No:183, Ankara, 1995
Müslüman
İlim Öncüleri Ansiklopedisi
Hiç yorum yok :
Yorum Gönder